Türkiye Cumhuriyeti, teröre karşı verdiği 40 yıllık mücadele sonrasında PKK terör örgütünü yenmiş ve silah bırakma noktasına getirmiştir.
1- Büyük Birlik Partisi, kurulduğu günden bu yana şiddeti yöntem olarak kullanmayan, terörle organik ilişkisi olmayan her türlü örgütlenmeyi demokratik bir hak olarak görmüş, bu konuda tutarlı bir siyaset izlemiştir.
2- Bu çerçevede, bugün PKK’nın “silah bıraktığını” ve “kendini tasfiye ettiğini” açıklamasını dikkatle ve temkinli bir şekilde takip ediyoruz.
PKK’nın ve ilişkili yapıların, bir taraftan silah bıraktıklarını ve kendilerini feshettiklerini söylerken, diğer yandan Türkiye’nin parçalanma projesini başka yöntemlerle yürüteceklerini açıklamaları endişe ve tereddütlerimizi doğrulamaktadır.
Yine, PYD’nin dün “Şam Hükümeti’nin kararlarına uymayacağını” ve “PYD yapılanmasına son vermeyeceğini” açıklaması haklılığımızı bir kez daha teyit etmiştir.
Türkiye’nin yapması gereken bellidir:
KCK, PYD, PJAK ve Avrupa yapılanmaları dâhil, terör örgütünün bütün unsurları yok edilmelidir.
Örgütün uyuşturucu ticareti, organ ticareti, silah kaçakçılığı, gasp, haraç gibi tüm illegal faaliyetleri ve bu alanlardan elde ettiği gelirler sonlandırılmalı; Siyonist güç odakları başta olmak üzere Türkiye’yi hedef alan istihbarat örgütleriyle yürüttükleri iş birliklerine son verilmelidir.
3- DEM Parti’nin Türk siyasetinde yer almasının meşruiyet zemini, ancak terör örgütünün Türkiye, Irak, Suriye, İran ve Avrupa’da tasfiye olduğuna Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve Türk Milleti’nin ikna olmasından sonra oluşabilir.
4- Bahsedilen tüm bölgelerde yürütülecek tasfiye süreci, Türkiye Cumhuriyeti’nin kontrolünde gerçekleşmelidir.
5- Bugüne kadar devlet kurumlarımız süreci doğru yönetmiştir. Terör örgütüne taviz olarak anlaşılabilecek hiçbir adım atılmamış, süreç sadece terör örgütünün tasfiyesi çerçevesinde kalmıştır. Bugünden sonra da bu titizliğe dikkat edilmelidir.
6- Biz devletimize güveniyoruz. Süreç bugüne kadar tavizsiz bir şekilde yürütülmüştür. Bundan sonra da aynı şekilde devam edeceğini ümit ediyoruz. Fakat her zaman dile getirdiğimiz gibi, terör örgütüne ve onun kalleş elebaşlarına, arkalarındaki küresel emperyalist ve Siyonist güçlere güvenimiz yoktur.
Hile, aldatma, komplo, şiddet ve dehşeti bir yaşam biçimi olarak seçmiş terörist elebaşıların yine hain bir plan içerisinde olma ihtimallerine karşı tedbirli olmalıyız.
Bu sebeple sürece karşı mesafeli ve ihtiyatlıyız.
Öcalan serbest bırakılamaz, on binlerce vatandaşımızın katiline müsamaha gösterilemez.
Genel af başta olmak üzere teröristlere yönelik, her ne ad ve biçim altında olursa olsun, af kabul edilemez.
Bir samimiyet testi olarak, DEM Partisi tüm il ve ilçe binalarına, yan kuruluşlarına, STK, dernek ve vakıf binalarına Türk Bayrağı asmalıdır.
Parti etkinliklerinde Türk Bayrağı asılıp İstiklal Marşımız okunmalıdır.
Bizler Türk milliyetçisiyiz. Türkiye’de kardeşlik ortamı en önemli önceliğimizdir. Elbette Türklüğümüzle gurur duyuyoruz; aynı şekilde Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V)’nın ümmeti olmaktan da şeref duyuyoruz.
Terörsüz Türkiye süreci çerçevesinde, TBMM’de kurulması düşünülen ihtisas komisyonuna dair DEM ve bazı muhalefet partilerinin “yasa ile komisyon kurulsun” önerisinde, ülkemizde etnik temelli ayrışmaya yol açabilecek, özerklik gibi tehlikeli ve ideolojik hedefler bulunmaktadır. Bu hedefler esas olarak Türkiye’nin üniter yapısını zedelemeye yöneliktir.
Kalıcı ve kanun ile kurulmuş bir ihtisas komisyonu önerisi bu sebeple son derece sakıncalıdır.
TBMM içinde, “demokratikleşme” adı altında milli egemenliğimizi ve anayasal düzeni zayıflatmayı amaçlayan bu siyasi mühendislik projesi, geri dönüşü zor süreçlerin önünü açma tehlikesini barındırmaktadır.
Geçmişte çözüm süreci üzerinden yaşanan istismarlar bir kez daha tekrarlanmamalıdır.
İsrail’in Suriye’ye yönelik terörist saldırılarını şiddetle kınıyoruz. Bir “terör devleti” ve “haydut devlet” olarak İsrail, tüm bölge, dünya ve insanlık için en önemli güvenlik tehdididir.
Gazze’de 50 binin üzerinde masum sivili katleden soykırımcı İsrail, katliamlarına Suriye’de de devam etmektedir.
İç savaştan zaten önemli zararlar görmüş olan Suriye devletinin kurumlarını ve ordusunu vurmanın hiçbir meşru gerekçesi olamaz.
Bu alçak saldırıların altında yatan sebep, Suriye merkezi hükümetini zayıflatmak ve terörist İsrail’in kukla yapılanması PYD-SDG teşekkülünün devamını sağlamaktan başka bir şey değildir.
ABD’nin daha dün “Suriye’ye saldırmayacaksın” diye İsrail’i uyarmasının ardından bugün İsrail’in vahşi saldırılarına yenilerini eklemesi, ABD’nin “tavşana kaç, tazıya tut” politikasının bölgemizdeki rezil tezahürlerinden biridir.
Kamuoyuna saygıyla duyurulur.



